Bu yazımda Disosiyatif Bozukluğun her bir türü birbirinden ayrı ayrı detaylı bir biçimde ele alınmasının önemli olduğuna inandığımdan, disosiyasyonu açıkladıktan sonra bugün sadece 2 türü olan 'Depersonalizasyon' ve Derealizasyon' kavramlarından bahsedeceğim.
Disosiyasyon, kişinin ruhsal yapısının bir parçasının, kişiliğinin geri kalan bölümündeki bağlarını kopararak bağımsız bir şekilde eylem göstermesidir. Disosiyasyon anında, bir bütün halinde işlev gören algı, davranış, iradeyi, duygu durumu, bellek ve kimlik gibi bu bileşenlerin, kısmen veya tamamen, kendi başına veya bir bütün olarak bağımsız işlev görmeye başlaması sonucu kişinin işlevselliğinde bozulmaların ortaya çıkması durumudur. Genellikle bir stresör ile kaygının yoğun olduğu anlarda bu kişiler disosiyasyonu yaşarlar. Bu zamanlarda kişilik yapılanması o kadar bozulabilir ki kişi savunma mekanizmalarından, kendi bilincinden hatta benliğinden uzaklaşır. Disosiyatif Bozukluğa sahip bireylerin bu yapılanmasının altında genellikle çocukluk çağı ebeveyn ilişkilerinde duygusal istismar ve travmatik deneyimler yer aldığına dair bir çok araştırmada anlamlı sonuçlar bulunmuştur. Zaman zaman hayat içerisinde insanlar disosiye olabilir. Ancak bu durumun kişinin işlevselliğinde bozulmaya yol açması, şiddeti ve sıklığı bunun bir bozukluğa evrilmesinde öncü kriterlerdendir.
Türkiye’ de yapılan bir araştırma kadınların erkeklere göre daha yüksek disosiyasyon puanlar aldıklarını ve disosiyatif bozukluk tanısıyla daha fazla hastaneye yatırıldığını göstermiştir. [1]
Yapılan diğer bir araştırma da ise Disosiyatif bozukluk tanısı alan 105 kişinin katıldığı bir araştırmada, denek grubunda en sık gözlenen kişilik yapılarının kaçıngan kişilik bozukluğu, borderline (sınırda) kişilik bozukluğu ve pasif-agresif kişilik bozukluğu olduğu gözlenmiştir. Yine bu çalışmaya katılan kişilerin disosiyatif bozukluk tanısına ek olarak majör depresyon (%97), panik bozukluk (%74) ve obsesif kompulsif bozukluk (%68) tanısı almışlardır.
Disosiyastif Bozukluğun alt türleri olarak Disosiyatif Amnezi, Dissosiyatif Füg, Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu yer alsa da bugün Depersonalizasyon ve Derealizasyon’dan bahsedeceğim.
Depersonalizasyon Nedir?
Depersonalizasyon (özyabancılaşma) kişinin kendi vücudundan ayrılmış gibi hissettiği ya da zihinsel süreçlerine sanki dışarıdan bir gözlemciymiş gibi bakıyor olduğu biçiminde bir algı değişikliği yada yaşantısıdır. Kişinin kişisel kimliğini yitirdiği duygusunu taşıdığı, başkalaştığı, kendine yabancılaştığı yada gerçek dışı olduğunu hissettiği yaşantılardır. Kendi benliğini, yüzünü, vücudunun tümünü ya da belirli bölgelerini, hareketlerini, duygularını farklı ve kendisine ait değilmiş ve onun dışında yabancı olarak görür. Aynaya baktığında ya da zihinsel anlamda düşünce içerisindeyken ‘’bu ben miyim?’’ diyerek sorgulama ihtiyacı hisseder. Çünkü kendisini ‘kendi gibi olmadığını, algılayamadığını ve hissedemediğini’’ duyumsar. Bazen bedenin bazı bölgelerini (eli,ayağı,suratı vs.) daha büyük, daha uzun ya da tam tersi şekilde ama sonuçta daha farklı ve kendisine ait değilmiş gibi tanımlarlar. Depersonaliza olan kişilerin bir çoğu yalnız odasında uzanıyorken ya da oturuyorken sanki kendi bedeninden çıkmışta dışardan kendisini görebiliyormuş gibi tanımlar. Ancak yaşadığı bu durum geçicidir. Bir süre sonra normale döner. Bunun bozukluk olduğu durumlar da ise sıklığı, süresi artmakta. Kişi artık kendinden emin olabilmek adına kendisine zarar verecek eylemler yapabilir. (Örneğin, kendi olup olmadığını test etmek için kendisine jilet değirmek, cimciklemek, vurmak vb.)
Derealizasyon Nedir?
Derealizasyon (gerçekdışılama) ise kişinin kendisini değil, çevresindeki nesnelere yabancılaşmasıdır. Etrafındaki eşyayı, insanları ve ortamı daha yabancı, farklı, bazen gerçekdışı gibi algılar. Kendini deliriyormuş gibi hissedebilir. Bunun tam tersi olan durumlar yani aslında öyle olmadığı hal de sanki kişi,çevre veya ortamı daha tanıdık, aynı gelmesi durumuna deja vu denir.
Disosiyatif Bozuklukların Psikodinamiği
Önceki bir çok yazımda Sigmund Freud’un kişilik kuramından bahsetmiştim. İd, Ego ve Süperego’nun oluşturduğu libidinal enerjinin zayıflaması ile ego kapasitesinin azalması kişinin aslında ruhsallığını ve psikolojik hastalıkların altında yatan başlıca nedendir. Ego her zama, İd (arzu ve dürtüler) ile Süperego (kurallar, değerler, yasaklar) arasında dengeyi korumaya çalışırken; Disosiyatif Bozukluklarda bu çatışma ile egonun başa çıkamaması sonucu aslında bilinçdışında bastırılan arzu ve dürtüler, gerçeklikte dönüşerek ya da çözülmelerle kişinin disosisiye olmasıyla ortaya çıkmaktadır.
Disosiyatif Bozuklukların temelinde; arzu ve dürtüler (İd) sürekli doyurulmak istemekte ancak Süperego’da Ego’yu sıkıştırarak büyük bir baskı yaratmaktadır. Herhangi bir şekilde İd’i uyaracak bir durum olduğunda Süperego daha baskılayıcı olarak ortaya çıkar. Bu durumla başa çıkamayan ve dengeyi kurmakta zorlanan kişinin benliği (ego), çareyi bastırma savunma mekanizmasını kullanarak, İd’in bu arzu ve ihtiyaçlarını bilinçdışına iterek bulur. Disosiyatif Bozukluklarda tam bu noktada başlar.
Gerçeklikte bastırılan bu dürtüler sürekli bir bastırma halindeyken; travma, örselenme ya da yoğun stresörün olduğu, egonun bastırarak sağladığı aynı bir tahterevalli dengesinden olduğu gibi bozulur, bastırılmakta zorlanır ama bilince gelmesi ise süperego tarafından yasaklanmıştır. Bu nedenle de ön bilince geldiğinde kişi başka bir savunma mekanizması olan döndürme (konversiyon) ya da çözülme (disosiyasyon) ile bilinçdışı bu arzu ve dürtülerin gerçeklikte disosiyatif belirtilerle su yüzüne çıkartır. Psikoterapi de bu nokta da önemlidir. Çünkü hiçbir psikiyatrik ilaç burayı tedavi edemeyecektir. Bilinçdışındaki arzu ve dürtülerin terapide ön bilince anlamlandırılıp bilince gelerek konuşulabilir hale gelmesi; disosiyasyon ve konversiyon savunma mekanizmalarına da ihtiyacın kalmayacağı anlamına gelir.
Disosiyatif Bozuklukların Psikoterapisi
Öncelikle yaşanılan bu durumların tıbbi bir nedene bağlı olup olmadığına bakılmalıdır. Organik bir nedenden kaynaklı, beyin yapısında bir hasardan dolayı ya da şizofreni gibi psikotik bozukluklarda da kişi de disosiyasyon görüldüğünden tıbbi tetkitler önemlidir. Ancak tıbbi bir nedene bağlı değil, bu şekilde açıklanamıyor ise bu bozukluğu sahip kişilerde sadece psikiyatrik tedavi ise yeterli kalmamaktadır. Psikoterapi ile kişinin disosiyasyon bozukluğunun altında yatan çocukluk çağı yaşantılar travmatik deneyimler, varsa ikincil kazançlar ve bilinçdışı arzu ile dürtüler çalışılmalıdır.
Kaynakça
[1] Tutkun H, Şar V, Yargiç LI, Özpulat T, Yanik M, Kiziltan E (1998). Frequency of dissociative disorders among psychiatric inpatients in a turkish university clinic, American Journal Of Psychiatry, 155, 6, 800-805
Comments